Celal Çatal Hoca Yazdı ; “Bu İş Boyabat’ın işi”….

huzu1

 

“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diye bir söz vardır Peki, insan karşısındakini tanıyor, bunun için arkadaşını öğrenmesi gerekiyor da kendisini tanıması için kime bakması gerekiyor.
Cevabı g ayet basit: Karşısındakine bakması yeter. Karşısındaki insanda ne görüyorsa aslında kendinde o özellikleri görüyor demektir.
İnsanlar, her nedense kendilerine ait özellikleri karşısındaki insanda da görmek isterler.

 

Kandırılan ve aldatılan insanlar genellikle yalan söylemeyen ve kimseyi kandırmayan insanlardır.
Bu insanlar; başkaları tarafından kandırılıyorlar ise mutlaka o kişileri kendileri gibi dürüst görmelerindendir. Kendileri yalan konuşmadıkları için başkalarını da yalan konuşmaz zannederler. Kendileri verdikleri sözü zamanında yerine getirdikleri için karşısındakileri de verdikleri sözü zamanında yerine getireceklerini zannederler.
Peki, birisi sana güvenmiyorsa, senin sözüne inanmıyorsa bunun sebebi nedir?
Bunun iki sebebi vardır.

 

1. Sen zamanında bu kişiye söz vermişsindir verdiğin sözü yerine getirmemişsindir. Bu kişiye yalan söylemişsindir. O kişiye yalan söylemediysen bir başkasına söylemişsindir, o kişide senin yalan konuştuğunu ve sözünde durmadığını duymuştur, bunun için sana inanmaz.
2. Yalan söylemeyen bir insansın. O halde o kişi sana neden inanmıyor?
Cevabı gayet açık. O, kendisi yalan söyleyen ve sözünde durmayan bir kişidir, seni de kendisi gibi zannetmektedir.
İnsanlar başkalarını neden çekemezler?
Bazı insanlarda kıskançlık vardır. Bu bir hastalıktır çaresi de yoktur. Her yerde ben önde olayım. Benim ismim dillerde dolaşsın, der ama ismini dillerde dolaştıracak bir iş yapmaz.
Yapamaz.

Y aklı ermez, ya parası yoktur, ya zamanı yoktur. Belki bunların hepsi vardır ama Yüce Allah nasip etmez. İşte bu insanlar da başkalarının yaptıkları işleri kıskanırlar, hatta ellerinden gelse engellemeye çalışırlar. Bu gibi insanlar için araba arkalarına asılan şu öğüdü tavsiye ederim. “ Kıskanma ne olur, iste çalış, senin de olur”
“Damdan düşenin halini damdan düşen anlar” demişler.

 

 

Bir hiç uğruna evlendiğim ve öğretmenliğe ilk başladığım yıl evim yandı. Evde olmadığımız için hiçbir eşyamızı alamadık. Yeni evli olduğumuz için eşimin düğün takıları da vardı. Köyde genç kızların, gelinlerin kolunda bilezik yoktu. Onlara karşı ayıp olur, diye eşime taktırmıyordum. Onlar bile yandı. Küllerin arasından erimiş olarak birkaç parça toplayabildim.

 

O olaydan sonra nerede yangın olsa koşuyordum. Bir birine yakın zamanlarda çevremde üç köyde büyük yangınlar oldu. Hepsine koştum.
Birinde yanan evin yanındaki evin çatısına çıktım. Kilimler sallayıp bana verilen suları dökerek ısladım ve o evi kurtardım. O ev kurtulmasaydı ona bitişik durumda olan en az 10 ev daha yanacaktı.

 

Sonraki köyde alt taraftaki ev yanıyor üst taraftaki ev tutuşmak üzereydi. Kış günüydü. Çatılarda kar vardı. Hemen üstteki evin çatısına çıkıp yine kilimleri sallayıp aşağıdan kovalarla bana verilen suları dökerek o evi de kurtardım. O ev yansaydı 4 ev daha yanacaktı.

 

 

Benim bu çalışmalarımı duyan zamanın Kaymakamı teşekkür etti. Kaymakam Beye bir öneride bulundum. Köylerin çoğunun itfaiye aracının rahatça hareket edebileceği yolu yoktu. İlçeden itfaiye aracı gelene kadar yangın sönmüş veya köy yanmış oluyordu. Köylerde yol olmadığı gibi telefon da yoktu.“
“Çevre köyler bir araya gelerek birkaç köye itfaiye teşkilatı kuralım. İlk olarak da ben bulunduğum çevredeki merkez köye kurayım. Sizden isteğim resmi formalitelerin yerine getirilmesi. İtfaiye aracını ve itfaiye erlerini teşkilat kuracağım köylerden temin ederim” dedim.

 

 

Benden bir ön çalışma yapmamı istedi. Bu zamana kadar 1980 ihtilalı olmuş ve benim merkez seçtiğim köyün muhtarlığını da köy öğretmenine vermişlerdi. Bu benim için bir avantajdı. Sonuçta öğretmendi. Ama umduğumun tersi oldu. Muhtar olmanın ona verdiği gurur ve kıskançlıkla önerimi kabul etmedi.
Zamanın Garnizon komutanına gelerek durumu anlattım.
“Olabilir” dedi.

 

 

Kendisinden bölgemdeki muhtarlara bir yazı yazarak beni dinlemeleri için önerimi sundum. Yazı yazıldı ve ben köyleri dolaşmaya başladım. Kimseden para almıyordum. Sadece böyle bir teşkilat kuracağız. Araç alımında ne katkıda bulunursunuz? Gönüllü itfaiye eri olur musunuz? Diye soruyor ve verilen cevapları rapor halinde yazıyordum.

 

 

53 evi yanan bir köye gittiğimde; onlar daha iyi anlar demiştim. Muhtar, “ yapacağın iş güzel ama neden benim köyüme değil de x köyüne” diye karşı çıktı.
Ona, senin köyün yandı. Devlet evlerini yaptı. Her sokağa yangın vanası kondu. Senin köyün tedbirini aldı. Ancak köyün dere içerisinde sen buradan başka köyde olan yangını göremezsin. Onun için burasını seçmedim, dedim. Bunun üzerine o muhtar, Kaymakam’a gelip Celal Hoca böyle bir konu için köyümüze geldi, dediğinde Kaymamak Bey de en iyi sen bilirsin sen yangını yaşayan birisisin, köyün de kalabalık bir köy, ne kadar para verirsiniz dediğinde, çok küçük bir rakam söylüyor. O söz üzerine de Kaymakam Bey:
” Bu iş olmaz” diyor.

Muhtarın duymak istediği söz de bu olsa gerek, ondan sonra önüne gelen muhtara:”Ben Kaymakam Bey’e sordum, olmaz dedi” diyerek bir güzel hizmete engel olmuştu. Biz bir ilki gerçekleştirecektik ama çekememezlik ve BEN hastalığına yakalanmış iki kişi bu hizmete engel olmuştu. Biz örnek olacaktık ve bekli de şimdiye kadar Türkiye’nin her tarafında bu teşkilatlar kurulmuş olacaktı.
Sözü şuraya getireceğim. Boyabat’a bir huzur evi yapımına başlandı. Başlanmış iş bitmiş sayılır. Bazı Sayın hemşerilerimiz gururu, kıskançlığı bir tarafa bırakıp el birliği yaparak çabuk bitirelim.

Bu bina hizmete girdiğinde; en az 450 kişi burada ekmek yiyecek. İşin manevi yönü elbette büyük, manevi yönünü düşünenler zaten yardımcı oluyor, daha ne zaman bitecek diye görenler bizzat soruyor, göremeyenler de telefonla soruyorlar. İşin maddi yönü de var. Bu 450 kişinin yemesi, içmesi, giyinmesi Boyabat’tan sağlanacak. Boyabat’ın ekonomisine de katkısı olacak.

 

 

 

Gücümüzün yettiği kadar yardımcı olalım, destek olalım, yıkıcı değil yapıcı olalım, Yardım edecek gücümüz yok ise yardım edecekleri bulalım.
Bu işi kişilerin işi değil, bu iş BOYABAT’ın işidir.
Yapıldığı zaman Boyabat yaptı olacak. Erken biter ise Boyabat erken bitirdi olacak. Geç biter ise Boyabat geciktirdi geç bitti olacak. Kalacaksa ki kesinlikle kalmayacak. Boyabat yapamadı olacak. Son cümlecik asla olmayacak ve konuşulmayacaktır. Çünkü Boyabat halkının şimdiye kadar başlayıp da bitirmediği hiçbir işi olmamıştır.

Boyabat Gündemi hakkında 18668 makale
Boyabat Gündemi

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın