
YAZI DÜKKANI AKADEMİ YAZARLARI
“Oku Öğren, Yaz Öğret”
ŞEVKET YILMAZTÜRK
EYLÜL DE GELİN GİTTİ.
Sınavdan aldığı puanı iyiydi. Kurs rehber öğretmeni ‘hata yapılmazsa açıkta kalmazsın’ dedi. Hayalinde eczacılık vardı. Memur kızıydı. İlkokulda kaç vilayet gezmişlerdi. Daha arkadaşlarına, öğretmenine alışmadan yer değiştiriyorlardı. Açacaktı sevdiği bir köşeye eczaneyi, şehir şehir gezmeyecekti. Babası ses etmedi. ‘Niye olmasın tam bayan mesleği.’ İçini doldurmak kafasına takıldı. O değilden tanıdık eczacılarla yarenlik ederken bunu araştırdı. İlaç pahalıydı, sermaye işi düşündürdü bir an. İşleyişi gördü. Bayilik gibi dedi kendi kendine. Kuryeler anında eksik ilacı getiriyordu, sattıkça depoya ödeniyordu. Eee memur zihniyeti, sağlamcı olacaksın. Yarın okul biter, ‘baba dükkan’ derse sermaye! Babadan akça, anadan bohça yok ki. Önceden yüzleşmeliydi. Eşi gevrek gevrek kahkahayı bastı. ‘ilahi herif, kız kazandı da, okulu bitirdide eczane açmaya geldi sıra.’ ‘İşin başında tedbirli olmak iyidir.’
20 yıl önce tamda bu günlerde evlenmişlerdi. Eylülün ilk haftası. O yıllarda çay bahçelerinde Ferdi Tayfur fırtına gibi esiyordu. Çeşmesi gür akardı. Muazzez Ersoy henüz tanınmıyordu. Güz gülleri şarkısı yeni mi çıkmıştı ne. Çay bahçesine gelir garsonluk yapan komşu oğlunu kenara çeker, abine bir kıyak yap Muazzezin 45 liğini koy derdi. Garson, abisini kırmaz birkaç kez çevirirdi. Alıştı O nu görünce koyar oldu. Bahçeye yayılan müziğe kimse ses etmezdi.
Gençlerin uğrak yeri, günün popüler şarkılarını çalardı. ‘Şimdi delicesine sevmek istesem bile, sonbahar sisi çökmüş üstüme’ sigarayı tazelerdi hemen. Memuriyete başlamamıştı daha. Kavak yelleri kafasında, annesine sırnaşırdı para diye. Ticaret lisesi yeni bitmişti. Girerdi bir yere nasılsa. Babası belediyeden emekli, çevresi geniş. ‘Ya sevmeyi bilmedim, ya sevince geç kaldım’. Şarkının nakaratı dudaklarında,heyecanlanı verdi birden. Sözler uçtu, müzik durdu. Yan masaya oturdu Emine’si. Saçlar sonbahar sarısı, ufak tefek şirin bişi. Gözünü alamadı.Gözleri gök mavisi. Garson çocuk kısa sürede bilgileri aktardı. Onlarla kalktı evlerini öğrendi.
Ateş paçayı sardı. Garson çocuk buldu tanıştırmanın yolunu. Parkta oturdukları bir gün sandalyenin arkasına atılan kazağı usulca yere düşürdü garson. Bizim ki nazik çocuk yerden alıp verdi. Güz gülleri ortak şarkıları oldu. İşe girdi, kaymakamlıkta katip. On parmak daktilo, zorlanmadı ama ilçeye çıktı tayini. Cumartesi, Pazar buluşmaları özlemi gidermeyince anasına açıldı. İtiraz etmedi Allahtan. Baba da olur verdi. İstediler. Kaymakam katibine kim kız vermez. Ertesi eylül evlendiler. Eylülde oldu kızı. Hem de ikinci evlilik yıl dönümünde. Eylül koydu kızının adını. Eylül büyüdü, sınava girdi, iyi puan aldı, eczacılık gönlünde. Baba gururlandı, gülümsedi sessizce. Sonuçları internet kafeden aldı Eylül. Koşarak geldi sarıldı babasının boynuna. ‘Oldu baba oldu, eczacı oluyorum yuffiiii.’
Eskişehir eczacılık. Baba sevinsin mi, sevinmesi mi? İstanbul Eskişehir. Kalacak yer, ilk gurbet, sağ gözünden sol gözüne ırmadığı Eylül’ü. Uykuları kaçtı birkaç gün. Kayıt gününden iki gün önce kızını alıp geldi şehire. Okulu gördü. Yurt güzeldi. İki kişilik odalar. Yemekhane iyi. Rahatladı, korktuğu gibi değildi. İstanbul’u düşündü, en yakın üniversiteyi kazansa bile günün iki saati yol. Trafikte her gün, yüreği ağzında. Sevdi şehiri. Kayıt işini bitirip döndüler İstanbul’a. Hızlı tren hoşuna gitti. Eylül de sevdi. ‘Okul açılınca getirir, sonrası sen gelir gidersin’ dedi. Kolaymış baba ben gelir giderim’. ‘Yok yok daha ilk seferde bi başına okula göndermek içime sinmez’.
Eylül’ü, eylül ortalarında getirdi Eskişehir’e. Yurda bıraktı. Birkaç arkadaşını gördü, tanıştı. Birbirlerine emanet etti, bindi trene. Şansından koltuğu tersdi.
Tersliği fark etmedi. Başını cama dayadı, akıp giden ağaçları seyretti. Renk cümbüşünün sonbaharda da olduğunu gördü. Turuncudan sarıya değişen arada inatlaşan yeşillikler aktı gözünün önünde. Zamanın akış hızını gördü renklerde. Gökyüzünün maviliği ipeksi bulutlarla süslendi. Gebze’de deniz mavisinin kirli rengiyle kendine geldi. Pendik’te indi evin yolunu tuttu. Bağrında ayrılık sarılışının sıcaklığı vardı. Buruk girdi eve.
Özleme dayanamadılar. Karı koca hafta sonu görmeye geldiler Eylül’ü. Eskişehir kışı yeni başlıyordu. Sarıldılar koklaştılar. Kızları düşündüklerinden çabuk alışmıştı şehire. Şehiri gezdirdi ana babasına. Çibörek yedirdi, yöresel diye. Gondolda Venedik misali gezdiler. İçleri rahatlamış ayrıldılar.
Eylül kışlıklarını almak için geldi İstanbul’a. Cıvıl cıvıl geçti hafta sonu. Pendik de bindi trene.Valizi ağırdı. Rafa koymak istedi kaldıramadı. Yan koltukta oturan genç yardımına koştu. Uzun boyu rafa denkti. Kolayca koydu. Teşekkür ederek oturdu yerine. Göz ucuyla süzdü yakışıklı genci. Yağız Anadolu delikanlısı. Yılışık da değil. Tanıştılar. Okulda ikinci sınıf, bilgisayar okuyor. Hafta sonu arkadaşlarını görmeye gelmiş İstanbul’a. Yol boyu konuştular. İnişte yine tüm nazikliği ile yardım etti. Okula kadar birlikte geldiler. Başı sıkıştıkça yardımcı oldu. Eskişehir’liydi Demir. Annesinin yaptığı böreklerden getirdi arada. Hafta sonları buluşur oldular. Adını koymadan iki yıl sürdü arkadaşlıkları.
Demir son sınıfa geçtiğinin baharında açıldı Eylül’e. Görmeden edemediğini söyledi. Eylül’ün yanakları pembeleşti sustu. Ilık mayıs ortalarında oturdular Adalarda Porsuk’un kenarına. Sokak müzisyenlerinin sesi geliyordu karşıdan. Oyun havaları dertli şarkılarla karışıyordu. Alkışlar oluyordu arada. Konuşmadan oturdular. Demir annesinin yemeğe davet ettiğini söyledi. Yutkundu yanıtlayamadı. ‘Yarın’ dedi Demir, ‘ben seni alır, yurda geri getiririm merak etme, istediğin arkadaşını yanına alabilirsin.’ Akışa bıraktı, yanıtlamadı. Şehrin yerlisi aile Odunpazarı’ndaki evlerinde misafir etti Eylül’ü. Evin kızıymış gibi davrandılar. Demirin annesi sıkı sıkı sarıldı Eylül’e. Demir’e sitem etti. Bu zamana kadar getirmedi diye. Kızı yoktu, çok istemişti. Kızı gibi sevdi Eylül’ü. Demir okulu bitirir bitirmez iş buldu, çalışmaya başladı. Son senesinde Eylül’ü yalnız bırakmadılar.
Demir’in olmadığı hafta sonları annesi aldı okuldan. Ana kız oldular. Mezuniyette tanıştı iki aile. Demir’in annesi bırakmadı misafir etti. O hafta Demir askere gitti. Ucu yanık mektup yazmadı, fırsat buldukça telefonlaştılar. O yaz sözlendiler. Üç ay askerlik tez bitti. Eylül, eylülün son günlerinde annesinin gelin olduğu gün gelin oldu. Sokağın başındaki şirin ‘Eylül Eczanesi’ onun. 29 Eylül 2019
#yazıdükkanıkültürsanateğitimyazıları
#şevketyılmaztürkekimyazıları
#eylüldegitti.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.