
…HANÖNÜ BAĞDERE’Lİ AHMET“
İki oğlunu da traktör kazasında kaybeden baba, kağnıya döndü…”Aylardan kasım, mevsim kış ve hava soğuk mu soğuk.Gökçeağaç dağlarına sis, yollarına yağmur yağıyor.Üşüyoruz ve Gökırmağın kıyısında Kalenin dibinde bentin yakınında kum ocağında, gözümüz yolun başında, elimiz cebimizde bekliyoruz.Derken uzaktan bir inilti, bir gıcırtı sesi geliyor.Bağdere’li Ahmet dayı ve oğlu Bayram, kağnılarıyla uzaktan görünüyorlar.…
Yavaş yavaş gelip yanımızdan geçiyorlar, öküzleri kum yığınının yanına yaklaştırıp hemen işe koyuluyorlar. Yanaşıyoruz yanlarına. Onlar bir yandan çalışıyor bir yandan da laflıyoruz.-Merhaba Ahmet Dayım-Merhabalar-Nettin, nereden gelip nereye gidiyorsunuz böyle? -Nedelim görüyon işte, halımızı soruyon ne deyim şükürden başka, aha şuradan Bağdereden geliyoruz. Köydeki evin önüne bir kuruluk yapacağız onun için biraz ince kum alacağız. -Kum ocağı izin veriyor mu size?-Sağolsunlar bizim muhtar buranın yetkilisini aramış onlar da izin verdiler.…
Kum ocağında bir yanda devasa iş makineleri bir yanda minicik bir kağnı,Merak ve ilgiyle izlemeye başlıyoruz.Önce kağnının üstündeki tahtalardan bir römork-kasa benzeri yapıyı üç beş tahtayla oluşturup, iki kürek ortaya çıkarıyorlar.Oğul Bayramla birlikte seksen yaşındaki Ahmet dayım da yapışıyor küreğe, zaten cıkkadak kasa ne kadar kum alacak ki iki üç kürekle doluveriyor.
Biraz soluklanmak için duruyorlar biz tekrar yanaşıp soruyoruz Ahmet dayıma,- Ahmet dayım yetecek mi bu kadarcık kum,-Yetmez bir iki sefer daha yaparız herhal.-Öküzlerin de pek bir küçükmüş ama çok güzeller bir adı var mı bunların?-Biri karabaş diğeri sarıbaştır. -Haydi, yolunuz açık olsun köye kadar gelebilir miyiz sizinle?-Gelin başım üstüne.Bağdereli Ahmet Dayım…İncecikten bir yağmur yağıyor Bağdere yoluna ve sonbahar yağmuru altında bir kağnı gidiyor aheste aheste. Bir kağnı gıcırtısına bir acı türkü karışıyor yağmurla karışık.
Köye doğru kum yüküyle giden kağnının arkasında Seksen yaşındaki Ahmet Dayım, önünde oğlu Bayram,Ayaklarında kara lastikler var.…Ahmet dayıma soruyoruz; Sen hep burada mıydın hiç gurbetliğe gitmedin mi diye.Önce derin bir iç çekiyor, ayağındaki kara lastiğe bakıyor, başındaki kasketini şöyle bir çeviriyor ve 80 yaşıma kadar yarı aç yarı tok yaşadım, rençberlik ettim. İp Allah, sivri külah, el elde baş başta kala kaldım. Gurbetliğe gitmedim, gidemedim ama bizim buralarda herkes gitti. Gitmek varmış aslında bilemedim.Gidenler hem İstanbul’da hem burada ev, bark, yurt sahibi oldular biz bir şeye sahip olamadık hatta elimizdekini bile yitirdik diyor veYola devam ediyor.
Bunca yıldır hayat ona pek gülmese de o yine de bizlere gülümsüyor. Hep birlikte 3 km’lik yolu sarı baş ve karabaşla birlikte ağır ağır alıyoruzÖküzlerden Karabaş daha güçlü ve daima bir adım ileride. O yüzden tüm yükü daha küçük ve zayıf olan Sarıbaşa veriyor.Bunun farkına varan Ahmet Dayım,Elindeki deynekle Karabaşa hafifçe dürtüp “Galak” etme diyor. Bir adım geri attırıp aynı hizaya getiriyor.Güçlünün zayıfı ezmesine müsaade etmiyor.
İki evladımın da mürüvvetini göremedim…Bağdereye geliyoruz.Baba oğul kağnıdan kumları boşaltıyorlar.Yoruldunuz hele bir eve gidelim sıcak bir şey içelim diye evinin, gönlünün kapılarını ardına kadar açıyor.Evinin kapısını yüreğinin saflığı ile tereddütsüz açan Ahmet dayımı kırmak olur mu hiç. Ayakkabılarımızı köy evinin girişine kara lastiklerin arasına bırakıp giriyoruz.Evdeki yaşlı nenem sobaya iki odun daha atıyor misafir gelmiş üşümesin diye.
Oğul bayram kolonya şeker ikram ediyor.Ahmet dayıma soruyoruz-Niye hala kağnıyla uğraşıyorsun yok mu traktörün.-Offf diyor of…Sanki ben istemez miydim sıcak sobanın başında oturayım. Traktör yapsın tüm işi. Evvelden vardı traktörüm de evladım da. Yıl 83 müydü tam bilemiyorum tarlada çift sürüyormuş Necati oğlanım, eskerden yeni gelmişti, sözünü kesmiştik yakında everip düğün ediverecektik.OlmadıKaza olmuş dediler.Yitirdik evladımı. Verdik onu kara topraklara.Bir kız 5 erkek evladım vardı.O zamanlar durumum şimdikine göre daha eyiydi.Sonra diğer oğlanım Hüseyin gitti eskere, Gelince çift çubukla uğraştı, everecektik sözünü kesmiş çeyizini tamamlamıştık.O’nu da bir gün traktörle köye gelirken traktör kazasında yitirdik. Bir acı haber de ondan geldi,Onu da bir traktör kazasında kaybedince,Nefret geldi bana, bundan, bu makineden. Zaten nedecen kullanan da kalmayınca satıp savdım başımdan. Naçar kalınca aldım bu öküzleri.

Kendi işimi kendim görüyom.Sararmış fotoğraflar…Ahmet dayım duvardaki iki fotoğrafı indirip kucağına alıyor. Birinde aslan gibi bir asker gözüküyor, diğerinde yakışıklı bir delikanlı fotoğrafı.Sarılıyor çocuklarının fotoğrafına;Oğlanlarımın mürvetini göremedim oysa çeyizini bile hazırlamıştım diyor.Odanın bir köşesinde bizi sessizce dinleyen annesi duramıyor dışarı çıkıyor.Dışarıda hava buz gibi içeride eh işte dedirten bir ılıklık varken, Ahmet dayım oğullarını anlattıkça odanın sıcaklığı da artıyor. Sobaya atılan odunlar mı tutuştu da böyle birden ısındı yoksa Ahmet Dayımın yanan yüreğinin sıcaklığı mı sardı odayı bilemiyorum ama ortalık birden ısınıyor hatta ısınmıyor adeta yanıyor cayır cayır.
Duramıyor dayanamıyorum, bunu ben anlatamıyorum,Sadece sararmış fotoğraflarda kalan bir evlat hasretliğini anlatmak öyle kolay bir şey mi?Değil elbet, zor hem de çok zor ve de çok ağır bir yük.Seksen yaşında bir babanın kucağında taşıdığı o iki fotoğraf aslında o kadar ağır bir yük kiAllah kimseye o ağırlığı taşıtmasın.…Bir yanık türküydü dinlediğim…Hanönü dağlarını sis, yollarını yağmur ıslatmışken, Bağdere’de seksen yaşında bir baba tanıdım. İki evladının hasretliğini yüreğine sığdıramamış ama bir fotoğraf çerçevesine şimdilik emanet etmişti.
Bir baba çocuklarının hikâyesini anlattı.Mürvetlerini göremedim ne ben, ne onlar derken sobada yanan kor ateş buz kesti, baba yüreğinin yangınından.…Hanönü Bağdere de bir baba kağnısıyla köyüne gidiyordu. Elinde değnek, ayağında kara lastik, başında kasket, avuçlarında nasır, tırnaklarında iki evladının da yattığı kara toprağın izi vardı.
Bir baba kağnısının peşinden köyüne giderken, bir hasret türküsünün içli sesi karışıyordu kağnısının gıcırtısına Hasret yüklü yağmurlar yağarken köyünün topraklarına,Sisli tepelerden esen serin sonbahar yeli,O topraklarda yatan evlatlarının kokusunu getiriyordu.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.