Aysun Çabuk Yazdı ; “KADIN”…

YAZI DÜKKANI AKADEMİ YAZARLARI
AYSUN ÇUBUK
KADIN

Kadın düşündü ne yazmalıyım diye. Memleketi topa tutan söylemlerden bıkmıştı artık. İnternetten yazılanların ya da iktidarı sürekli topa tutanların söylemlerinin, birşeylerin düzelmesinde ya da değişmesinde zerre faydası olmayacağını anlayacak yaştaydı. İlgili ve etkili mercilerde değilseniz, ne yazarsanız yazın, bu memleketi daha güzel kılmaya faydası olmadıktan sonra sürekli serzenişlerin, sürekli karamsar karamsar mutsuz mutsuz tablolarla eleştiri bombardımanlarının ne faydası olacaktı ki. ABD başkanı TRUMP’a internet sayfalarından, sosyal medya sayfalarından eleştiri yapanlara gülüp geçiyor, ‘’TRUMPın da, ABD’nin de çok umrundaydı sizin yazdıklarınız ’’ diyesi geliyordu. Amerikan halkının bilmem kaç bin km ötedeki denizaşırı topraklardan bizim falanca Ayşe’nin Ali’nin yazdıkları çok da umurlarındaydı sanki. ’’Bak hayatına.Güneşe bak.Kafanı kaldır masmavi gökyüzüne bak. Siyaseti de bırakalım da siyasetçiler yapsın.‘’ diyesi vardı tek tek sosyal medyadaki klavye şövalyelerine. Ev hanımı bir arkadaşı vardı kadının. Hergün dünya politikalarına kızardı. Daha geçenlerde TRUMP’ın demeçlerine kızmıştı da faceden eleştirisini yazmıştı.

‘’Senin evinde mutfakta kahveni yudumlarken sosyal medyana ne yazdığın Amerikan başkanının Ortadoğu politakalarında aman ne de etkili olurdu, çok da iplerdi yani TRUMP’’ diye geçirdi içinden…Kadın sıkıldı bu konudan..İnsanlar çözüm odaklı değildi. Sadece ve sadece eleştiri yapıyordu Türk aydın ve yazarları. Sürekli aynı şeyleri eleştirip durmanın karamsar tablolar çizmenin mutsuzluk getirmekten başka kime ne faydası vardı ki..Öyle düşündü kendi kendine kadın.
Yaşadığı acılar, atlattığı sınavlar ona hayatta en önemli şeyin yaşıyor olmak olduğunu öğretti. Sabah uyanıyorsa, kalkıp aynada kendi yüzüne bakabiliyorsa, nefes alabiliyorsa, çocukları uykudayken yanlarına gidip üstlerini örterken saçlarını öpüp koklayabiliyorsa..İşte en güzel mutluluk buydu. Artık yaşlanıyordu ve daha dün mamayla beslediği, ilk heceleriyle konuşmayı, oyun yerine de renkleri sayıları öğrettiği, ninniler söylediği bebekleri, onun yerine hayata atılmaya hazırlanıyordu. Duygulandı kadın. O yıllarda gençti toydu. Hayatı bu kadar anlayamıyordu.

Herşey çok daha karmaşık, çok daha dayanılmaz geliyor, birçok şeyi çözümleyemiyordu. Herşeye NEDEN diye bakardı. Zamanla artık sormayı, sorgulamayı bıraktı. Bıraktı da denilemezdi de azalttı ve o yıllardaki keşmekeşde, an’ı yaşamanın güzelliklerini anlayamamıştı. Kaçırdığı, bir daha bir daha yaşamak istediği anlara dair KEŞKE’leri vardı. Özlediği, yüreğini derinden derinden yakıp kavuran, hasret dolu yıllarında, tek gayesi çocuklarının karnını doyurmak, hastalıklardan ve tehlikelerden korumak, beslemek, uyutmak vs.vs.ydi. Hep yetişmesi gereken çok yükü vardı. Eşi hep işteydi. Türk toplumunun bilinen klasik her ailesinde olduğu gibi baba tüm gün işteydi. İki çocuğun tüm bakımı, evin tüm işleri, alışveriş, doktorlar, iğneler, aşılar, okul işleri, tüm ödevleri, kursları, arkadaşları, hastalıkları..Komşuluk, akraba ilişkileri, çocukların arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle ilişkileri, kime ziyarete gidilecek, kimlerle görüşülecek, hangi eşya yenilenecek, ne kullanılacak ne kullanılmayacak, yeni aldıkları evdeki inşaat ustalarının işlerini yapıp yapmadıklarını takip etmek, yeni evi planlamak, hepsini ve herşeyi, evdeki herkes adına kadın ayarlıyor hallediyordu o yıllarda.

Annelik ne zor işti. Hiç annesi olmamıştı oysa, bilmezdi anneliği. Anne nasıl birşeydi hiç bilmiyordu bile. Önünde bir rol model de yoktu. Bilmeden, hiç görmeden sadece doğanın kadına verdiği içsel annelik dürtüleriyle omuzladı yuvasının tüm yükünü. Kendini, hayallerini, isteklerini, özlemlerini feda etti o yıllarda. Üstesinden geldiği onca şeye rağmen yine de kendini hep eksik hissederdi. EN mükemmeli olsun isterdi hep. Kadın artık kendini unutmuştu. Kuaföre
saçı için gitse, ailesine zaman ayıramadığı için kendini suçlu hissettiği çok zamanlar olmuştu, iyi bir anne olamadığı gibi saplantılara bile kapılmıştı. Çünkü yetemiyordu kadın, iki çocuğunun tüm ihtiyaçlarını tek başına göğüslüyor, zamanının büyük çoğunluğunu, ömrünün o yıllarını çocukları ve ailesi kaplıyordu. Artık beyninde, çocuklarıyla birlikte hep üç kişilik düşünmeliydi.

Kapıdan çıkarken küçük oğlunun ayakkabılarını bağlamalı, daha küçük kızının elini tutmalı, onları merdivenlerin basamaklarından düşürmeden indirmeli, kendi el çantasını, çocukların yedek kıyafetlerini, sularını almalı, evden çıkmadan tüm ışıkları pencereleri kapattı mı emin olmalı, kapıyı kilitlemeli, anahtarını, telefonunu, cüzdanını unutmamalıydı..

Bunların hepsini aynı anda düşünmeli, beynini o şekilde çalıştırmalı ve gündelik işlerini, o günkü hayatı hep böyle üç kişilik planlamalıydı.Tüm bunlar hergün üstesinden geldiği onlarca işin sadece mini minnacık bir kısmıydı. Aslında kadın olağanüstü yetenekliydi. Birçok kadının, annenin özel dadılarla, bakıcılarla babaanne, anneanne pışpışlamalarıyla yaptığı birçok şeyi kadın tek başına yapıyordu. Nedendir bilinmez kadın, çok güçlü çok becerikli bir anne olduğuna dair, herşeyin en en iyisini yapabildiğine dair sürekli kendini kanıtlama peşindeydi o yıllarda. Çünkü ne yaparsa yapsın yetemiyordu kadın. Çocuğunun ödevi sınıfın en mükemmeli olmalıydı. Çünkü sınıftaki diğer tüm anneler bu konuda yarış içindeydi. Eve misafiri gelse en mükemmel sofra onun olsun isterdi ya da çocuğuna doğumgünü kutluyorsa en mükemmeli onun çocuğununki olmalıydı.

Eşi gayet memnundu bu hayattan. Çocuklar bakılıyordu, akşamdan akşama işten eve geliyordu ve başlarını soktukları sıcak bir yuvaları vardı daha n’olsundu. O eve para getiriyordu nasılsa, bu toplumda aile olmaya dair geri kalan herşey ‘’amazon’’(!) bir kadın tarafından hallediliyordu nasılsa. Oysa hangi kadın, savaşçı bir “amazon” olmak isterdi ki, yumuşacık pamuklara sarılmış bir prenses olmak varken..Akşam işten eve geldiğinde eşi ona yardımcı olmaya çalışsa da artık o yıllarda kendini unutmuştu kadın. Varsa yoksa çocukları ailesi..Ufacık bir kız çocuğuydu, hep yuva özlemi duydu. Evlendi eşinin karısı oldu, sonra da çocuklarının annesi..Omuzlarındaki yükün ağır olduğu o zor yıllarda, önceliğim ne zaman ‘’ben’’ olacağım diye serzenişlerde bulunmuştu.


İŞTE şimdi, artık o yıllar gelmişti. Duvarları çizen, koltuklarda zıplayıp duran yavruları evden çıkıp gitmişlerdi ve artık sıra kendiyle başbaşa olmaya gelmişti. Evet yıllardır beklediği sessizliğe sakinliğe nihayet kavuşmuştu ama yine de hüzünlüydü. Bu kez de o curcunalı aileyi arıyor, zıp zıp zıplayıp duran, eşyaları darmadağın bırakan o küçük çocukları çok özlüyordu. İşten eve geldiğinde, kapıyı anahtarıyla açıp ıpıssız eve girdiğinde o küçük oğlanın odadan odaya koştuğunu, o küçücük sessiz kızının kollarını ona doğru uzatıp o kapkara gözleriyle ona baktığını hayal ediyordu. Kapıyı kapatır, arkasına yaslanır, evin sessizliğinde gözlerini kapatır o aileyi, o çocukları hayal ederdi. Özlüyordu o yılları..O şirin iki küçük çocuklu aileyi çok özlüyordu. Zaman ne çabuk akıp geçmişti. Yıllar ne çabuk su gibi geçmişti. Arkadaşlarından ayrılıp binbir nazla açtıkları telefonlarda, yavrularının seslerini duymayı ya da müsait olduklarında haftasonlarında yanlarına gelmelerini bekliyordu kadın.

Artık büyümüşlerdi ve kendi hayatları, kendi arkadaşları, kendi çevreleri vardı. O yıllarda böyle olacağını bilseydi onlara daha da çok sarılır, onları daha çok koklar, daha çok zaman geçirir, onlarla daha çok oyun oynardı. Gözyaşlarını tutamadı kadın. Hep halletmesi gereken, yetişmesi gereken işleri vardı. Keşke onlarla, o küçük çocuklarla daha çok oyun oynayabilseydi. Keşke onlarla daha çok
eğlenceli vakitler geçirebilmiş, onlarla geride daha çok anı bırakmış olabilseydi keşke ..Yüreği bir kere daha acıdı. Bu keşke’leri, bu özlemleri de atlatacaktı…

#yazıdükkanıkültürsanateğitimyazıları
#aysunçubukekimyazıları
#kadın

Boyabat Gündemi hakkında 19251 makale
Boyabat Gündemi

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın